CORPORATE
LATEST ANNOUNCEMENTS
Hacı Bektaş Veli Velâyetnamesini sesli kitap olarak Youtube'da dinleyebilirsiniz.
06 November 2025
Hacı Bektaş-ı Veli ve Sarı Saltuk Anma Programı
13 August 2025
Derneğimizin Katkıları ile Hazırlanan "Tavaslı Hüseyin Hâki Baba, Yaşamı ve Eserleri" Satışa Sunuldu
28 July 2025
Muharrem Ayı ve Geleneksel Adetler
27 June 2025
KAMUOYUNA AÇIKLAMA: ÖZÜR BEKLİYORUZ.
22 May 2025
H. Dursun GÜMÜŞOĞLU1
ÖZ
Anadolu, yüzyıllar boyunca çeşitli halk topluluklarını bünyesinde barındırmıştır. Özellikle konar-göçer halklar bu coğrafyada farklı tarihlerde yaşamlarını sürdürmüşlerdir. Burada hüküm süren Osmanlı Devleti’nin iskân politikası, farklı toplulukların göç ve yerleşim durumlarında etkili olmuştur. Tanzimat sonrasında uygulanmaya başlanan Vilayet Nizamnamesi ile Halep bölgesinde yaşayan topluluklar da yer değiştirir ve bunların bir kısmı önce günümüzde İslâhiye olarak bilinen bölgeye gelir. Ardından da Anadolu’nun farklı noktalarına dağılır. Konya’nın Kulu ilçesi de bu bölgelerden biridir. Bu makalede
Çelikan Aşireti’nin kökleri incelendikten sonra göçler ve iskân politikasının etkisiyle yer değiştirme süreçleri ele alınacaktır. Makalenin giriş bölümünde konuyla ilgili genel bilgiler verildikten sonra söz konusu aşiretin kökeni, göç hareketleri ve Hisar Köyü’ne yerleşim süreci değerlendirilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Çelikan Aşireti, Konya, Kulu, iskân, göç
GİRİŞ
Anadolu milattan önce başlayan gerek ticaret yolları nedeniyle gerekse istilalar
sonucunda birçok farklı kültürü bünyesinde barındırmış ve tarih boyunca pek çok
medeniyete ev sahipliği yapmış bir coğrafyadır. Türklerin başta Çin olmak üzere,
Hint, Fars ve Arap kültürleriyle tanışması ile bu yeni tanıştıkları toplulukların
dilleri ve kültürleri ile karşılıklı etkileşimleri olduğu bilinmektedir. Diğer konargöçer topluluklar gibi Türklerin de başlıca meselesi ve o dönemki toplumun da
genel olarak geçim kaynağı hayvancılık olduğu için, yeni otlak alanları arayışı en
önemli sorun olmuştur.
Selçuklu ve Osmanlı Devletleri döneminde şehir ve kasabalarda yerleşik düzende
insanlar olduğu gibi, konar-göçer durumda olan topluluklar da vardır. Hatta
konar-göçer topluluklar Osmanlı Devleti’nde toplumu oluşturan asli
unsurlardandır. Bu unsurlar önemli sayıdaki insan ve hayvan sayısıyla devlet içinde
her zaman dikkat çeken bir konumda olmuşlardır. Konar-göçerlerin esas
meşgaleleri hayvan beslemek olmakla beraber, sınırlı orandaki ziraî faaliyetler
yanında sahip oldukları develer sayesinde taşımacılık sektöründe de rol
oynamaktaydılar (Doğan, 2019: IV).
Osmanlı Devleti, konar-göçer zümre aşiret veya aşiretlerin bir alt birimi olan
cemaat adı ile anılmaktadır. İsminden de anlaşılacağı üzere yarı göçebe olan bu
zümreye, Osmanlı Devleti yaylak ve kışlak alanları belli olan bir yurt vermiş ve bu
yurdun sınırlarını da belirleyerek tahrir defterlerine kaydetmiştir. Konar-göçerler
bu şekilde kendilerine tahsis edilen yaylak ve kışlak sahalarında mevsimsel olarak
göç hareketlerini gerçekleştiriyorlardı. Yaşam tarzları itibari ile her ne kadar
hayvancılık yaparak, at, deve, katır, koyun, keçi gibi hayvan sürüleri yetiştirseler oymakların meskûn oldukları köylerde çok büyük bir oranda ziraatla meşgul olmaları söz konusudur.
Osmanlı Devleti, denetimlerinin kolay olması için göçebe halka yaylak ve
kışlaklar belirlemiş, Anadolu’dan Rumeli’ye nüfus hareketliliği olmuş; gidenler
eski köy isimlerini yeni yerleşim yerlerine vermiştir. Araplardan gelebilecek saldırı
tehlikelerine karşı ise set oluşması için Suriye’nin Rakka bölgesine Türkleri iskân
ettirmek tedbirini almışlardır. Devlete isyanın önüne geçmek için halk, cemaat adı
altında küçük gruplara bölünmüş, başlarına “Beğ” veya “Kethüda” denilen
kimseler getirilmiştir. Hatta bununla da yetinilmeyerek, farklı boylardan
cemaatler bir araya getirilerek Bozulus Türkmenleri, Yeni il Türkmenleri, Halep
Türkmenleri şeklinde federasyonlar oluşturulmuştur.
Konar-göçerler her ne kadar hayat tarzları açısından aynı karakterde görünmekte
iseler de yapısal olarak değişik topluluklar şeklinde göze çarpmaktadır. Bir
boydan tek başına müstakil bir teşekkül halinde bulunanlar olduğu gibi, bir
boydan ayrılmış ve zamanla çoğalarak dörtten on altıya yahut daha fazlaya
ayrılmış oymaklar bulunmakta ve reislerinin isimleri ile anılmaktaydı (Halaçoğlu,
2009: XVIII).
Osmanlı Devleti’nde devlet kontrolünün kolay olması için halkın istediği yere
göç edemediği bilinmektedir. Bu nedenle iskân kanunu çıkartılmış, uymayanlara
cezaî müeyyideler uygulanmıştır. İsyanlar ve eşkıyalık hareketleri nedeniyle köy
ahalisinin güvenliği için şehirlere yaptırılan göçler ise bu kez şehir nüfusunun
kalabalıklaşması konusunu gündeme getirmiştir. Yeni İl ve Halep Türkmenleri
gibi konar-göçerler hayvancılıkla uğraştıklarından, bu durum onların dericilik ve
dokumacılıkta da gelişmelerini; çarık, kocuk, sofra, su tuluğu, su koğası ve
dağarcık gibi ihtiyaç maddelerini de üretmelerini sağlamıştır. Ayrıca, iptidai bir
ziraatla meşgul olmalarına rağmen ihtiyaçları olan mahsullerinin bir kısmını
kondukları yerlere yakın bir yerde bulunan pazarlarda satmışlar veya takas
etmişlerdir. Bu topluluklar adli yönden kadılara bağlı olmakla beraber cezaî
bakımdan beylerine veya başbuğlarına tabi olup, infaz onların eliyle olmuştur.
Devletle ilişkili işler ise yine onların eliyle halledilmiştir.
BULGULAR VE TARTIŞMA
1. Osmanlı Devleti’nin Mecburi İskân Politikası ve Aşiretlerin Göçleri
Yeniçeri Ocağı’nın 1826 yılında II. Mahmut tarafından kapatılması sonrasında,
1831-1840-1846 yıllarında asker ve vergi toplama amacıyla sadece her yaşta
erkeklerin kaydedildiği nüfus sayımları yapılmıştır. Kadınların sayısı da dikkate
alınarak erkeklerin sayısı iki ile çarpılmış ve toplam nüfus tahmin edilmiştir.
Aşiretler tek tek birey olarak vergilendirilmek yerine topluca vergilendirilmiş,
kimden ne kadar vergi tahsil edileceği, aşiret beyi konumundaki aşiret miri
tarafından belirlenmiştir. Fakat bu esnada haksız uygulamalar da yapılmakta ve
pek çok kişiden vergi alınmayarak onların vergileri de aşiretin fakir fukarasından
tahsil edilmekteydi. Aşiret üyelerinden bu şekilde toplanan vergiler bazı
zamanlarda hazineye ulaşamadan aşiret beylerinin ellerinde kalarak tarumar
olmakta, bu defa da ağalar/beyler bir yıl içerisinde ikinci kez aşiret ahalisinden
vergi toplamaya kalkışarak onları iyice perişan hâle getirmekteydi.
Osmanlı Devleti, 1839 yılında Tanzimat-ı Hayriye’nin ilanıyla hızlanan
modernleşme hareketleri bağlamında aşiretlerin Tanzimat-ı Hayriye’ye uygun
olarak mal ve mülklerinin yazılıp bundan böyle yerleşik ahali gibi herkesin
gücüne göre vergilendirilmesini amaçlamıştır. Hicrî 1256/miladî 1840’ta Meclis-i
Vâlâ tarafından yeni kararların kabul edilmesiyle aşiretler de değişim geçirmeye
başlamışlardır. Yeni düzenlemelere bağlı olarak, 1840’lardan itibaren aşiret
reisleriyle devlet veya devletin taşradaki temsilcileri (kaza, sancak ve vilayet
meclislerindeki idareciler) sıklıkla karşı karşıya gelmiştir. Vergi tahsili meselesinin
yanında devlet, aşiretlerin yerleşik düzene alınmasıyla onların ziraatla uğraşacağı
ve böylece üretime katkıda bulunacağını da hesaplamıştır.
Bu süreçten sonra bazı konar-göçer aşiretler, Tanzimat yenilikleri bağlamında
yerleşik hayata geçip normal bir köylü vatandaş gibi yaşamayı tercih ederken,
bazıları da genelde başlarındaki reislerinin yönlendirmeleriyle eski konumlarını
muhafaza etmek amacıyla aksi yönde hareket etmişlerdir. Ancak devlet, iskân
hususunda kararlı bir tuttum sergilemiştir. Bu bakış açısı ekseninde devlet, 1841
senesinden itibaren bütün aşiretlerin Tanzimat usullerine göre yönetilmesi
kararını almıştır.
Anadolu’daki Bozulus Türkmeni ile Dulkadirli ve Halep Türkmeni gibi büyük
konar-göçer teşekküllerden bir şekilde kopan aşiretlerin 1580’lerde devlet
tarafından “Danişmendli” adı altında birleştirilmesiyle Danişmendli kazası ortaya
çıkmıştır. Kazaya adını veren Danişmendli Aşireti, 1582 tahririnde Kayseri’de görülmektedir. Kayseri’de görülen bu tayfa buraya şark tarafından gelmiş olup,
onlar aslında Şam dolaylarında olan mahallerde kışlamakta, Kayseri dolaylarında
ise yaylamaktaydılar. Ancak 1613 tarihli olduğu anlaşılan bir dizi arşiv kaydına göre
Danişmendli Türkmenleri ile sair konar-göçer teşekküller “birkaç seneden beru
olıgelene muhalif” Suriye’de Şam dolaylarında, kışlamayı bırakarak Anadolu,
Karaman ve Rum’da (Amasya-Sivas) kışlamaya başlamıştır. Bu oymaklar Bozulus
ve Türkmen taifelerinden olan Mamalu, Kâfircalı, Alembeyli, Yahyalı,
Danişmendlü, Boynuincelü, Mihmad, Kulak ve Kürd adı verilen cemaatlerden
oluşmaktadır. Anlaşıldığı veçhile, daha önceleri Anadolu’nun doğu kısımlarından
(Erzurum-Kars sahasından) Şam’ın nihayetine kadar uzanan sahada kuzey-güney
eksenli olacak şekilde, yaylak-kışlak hayatı süren oymakların 1600’lü yılların ilk
on yılında Orta Anadolu’ya; bilhassa Sivas-Kayseri-Yozgat sahasına girişleri
yaşanmıştır (Doğan, 2019: 25-26).
Ancak Orta Anadolu örneğinde aşiretlerden kaynaklanan eşkıyalık hareketlerinin
almış olduğu boyut, ülkenin birçok sahasında fukaranın neredeyse malından ve
canından ümidini kesmesi derecesine varmıştı. Ankara ve Bozok Valisi Vecihi
Paşa’nın 20 Aralık 1848 tarihli yazısına göre Orta Anadolu’da, Tanzimat’ın ilk on
yılında aşiretlerin yol açtığı kargaşa nedeniyle ekonomik ve ticari hayat neredeyse
durma noktasına gelmiştir. Bu süreçte, Orta Anadolu’daki (Bozok, Kayseri, Sivas
ve Konya) konar-göçerleri iskâna tabi tutma işi, devlet tarafından Ankara Valisi
Mehmed Vecihi Paşa’nın uhdesine verilmiştir. Vecihi Paşa’nın iskân planına göre
ortalama olarak her beş yerli hane (bu bazen altı veya yedi hane şeklinde
gerçekleşmiştir) arasına bir konar-göçer hane (aile) yerleştirilecekti. Bu bağlamda,
1848-49 yılları konar-göçerlerin iskânında önemli mesafelerin kat edildiği bir
sürece karşılıktır. Devlet ise kendisinden hangi aşiretin nereye yerleştirileceğine
dair bir liste hazırlamasını istemiştir.
Vecihi Paşa’nın gayretleriyle 1848-1850 sürecinde Afşar ve Rişvan aşiretleri gibi
büyük aşiretler yanında küçük aşiretler de iskâna tâbi tutulmuştu. Devlet, iskân
aşamasında ikna yolu yanında, iskân çalışmaları bitinceye kadar aşiret beylerinin
gözaltına alınmasını da uygulamaya koymuştur. Ayrıca, iskân edilenlerden firar
etmeyeceklerine, eşkıyalık yapmayacaklarına dair senet alınmış, bunlar muhtar ve
imamları marifetiyle kefalete bağlanmıştır. Bu tedbirler sayesinde firarlar önemli
ölçüde azalmıştır. Bu arada devlet, aşiretlerin yerleşik düzene uyum sağlayabilmeleri için onlara tarım arazisi, öküz ve tohum yardımında da
bulunmuştur.
2. Tanzimat Sonrasında Uygulanmaya Başlayan Vilayet Nizamnamesi ve Halep Örneği
Halkın çoğunluğunu Arapların ve Türklerin oluşturduğu Halep’te, Türkler ilk
defa Abbasiler döneminin başlarında görülmüştür. Burada yerleşik duruma
geçmeleri ise Mirdâsîlerin sonunda, 1029 yılında olmuştur. Türkmenler,
Selçuklular zamanında Halep ve yakın bölgelerde oldukça yoğun bulunmaktadır.
19. yüzyılın ilk yarısında, Osmanlı Devleti Halep için bir nüfus sayımı
yapmamıştır. Ayrıca halk zorunlu askerlik veya vergilendirmeden korktuğu için
nüfus sayımına rağbet etmemiştir. Osmanlı Devleti, Halep vilayetinin nüfus
sayımını yapmak amacıyla 1847 yılında Namık Paşa’yı Halep’e göndermiştir.
Sayım 1847 yılında Vali Kâmil Paşa döneminde yapılmıştır (Elreslan, 2021: 68).
Muhammed Elreslan, tarafından yapılmış ve yayınlanmamış yüksek lisans
tezindeki konu ile ilgili oldukça önemli bilgiler bulunmaktadır. Buna göre,
1864’te yürürlüğe giren Vilayet Nizamnâme’si uyarınca padişah tarafından atanan
vali sorumlu olduğu ilin tüm sivil, mali ve askeri işlerinden sorumludur. Tanzimat
fermanının ilanıyla ülkenin genelindeki karışıklık Halep’te de meydan gelmiştir.
1850 yılında bir isyan başlamıştır. Devamındaki gelişmelerle 1866’da Vilayet
Nizamnamesi, Halep vilayetinde uygulanmıştır. Yeni oluşturulan Halep
vilayetinin ilk valisi bölgede asayişi temin eden Fırka-i Islahiye adlı orduya
memuriyet-i mahsusa ile iştirak eden Cevdet Paşa’dır” (Elreslan, 2021: 19-20).
Adem Tutar ise bir makalesinde İslâhiye kazası merkezli, Dumdum Ovası
aşiretleri olan Delikanlu ve Çelikanlu aşiretlerinden yüzer hanenin buraya
yerleştirildiğini bildirir. İslâhiye kazasına bağlanan Dumdum Ovası aşiretleri olan
Delikanlu ve Çelikanlu aşiretlerinin, birçok köy kurulmak suretiyle iskân
olunduğunu, İslâhiye kaymakamlığına bağlı bulunan kasaba ve aşiretlerin 1866
yılındaki nüfuslarının 7385 Müslim, 253 Gayrimüslim ve 16 Kıptî olduğunu bildirir”
(Tutar, 2003: 152).
Yusuf Halaçoğlu da benzer bilgileri aktarır:
“Yakın tarihte yapılmasına rağmen Fırka-i Islahiye’nin icraatı bir askeri hareket
gibi telakki edilmektedir. Halbuki 1865-1866 yıllarında Çukurova, Gavurdağı (cebel-i Bereket), Kürtdağı, Kozandağları’nda devlet idaresini yeniden tesis eden
Fırka-i Islahiye, yalnız bir askeri tenkil hareketi olmayıp, bunun yanında bilhassa
konar-göçer oymakların, iskân ve yerleşmelerinin de başarıldığı bir kuruluştur…
Fırka-i Islahiye’nin kuruluş sebebi, 1853 Kırım harbine kadar dayanır. Kırım
Harbi esnasında çekilen asker sıkıntısı, Gavur Dağları ve Kozan Dağları
bölgelerinden de asker istenmesine sebep olmuştur. Ancak bu istek, bu bölgedeki
aşiretlerin devlete olan muhalefetleri sebebiyle gerçekleşememiştir (Halaçoğlu,
2011: 1). “… Fırka- i İslâhiye buralarda işlerini tamamladıktan sonra, Gavur-dağı
tarafında Nigolu kalesi civarına gelmiş ve kaleyi tamire başlamıştır. Aynı zamanda
çevre nahiyelerinden Kerkütlü, Çerçili, Hanağzı, Kürtbağçesi ve Eğintili
nahiyeleriyle, Kürt-dağı'ndan, Keferdiz nahiyesi ile Dumdum Ovası
birleştirilerek bir kaza teşkil edilmiştir. Fırkanın isminden dolayı Islahiye ismi
verilen bu kazaya merkez olarak, Nigolu kalesi civarında aynı isimde bir kasaba
kurulmuştur. Dumdum Ovası aşiretleri olan Delikanlu ve Çelikanlu aşiretlerinden
yüzer hane İslahiye kasabasına yerleştirilmiştir. Bundan sonra Islahiye livâ
merkezi olmak üzere, İzziye, Hassa ve Bulanık kazaları birleştirilerek, Maraş
Mutasarrıflığına bağlı bir kaymakamlık vücuda getirilmiş, kaymakamlığına da
Payas kaymakamı Şevki Efendi tayin olunmuştur. İslahiye kazasına bağlandığını
gördüğümüz Dumdum Ovası aşiretleri olan Delikanlu ve Çelikanlu aşiretleri
birçok köyler kurulmak suretiyle iskân olunmuşlardır, Delikanlu aşiretinden yüz
yirmi hane Dumdum Ovası’nda Altıntop isimli mahalle yerleştirilerek, Altıntop
isimli bir köy kurulmuştur. Yine Dumdum Ovası’nda, Delikanlu aşiretinden yüz
hane Gümüştepe, yüz hane de Selim Dede mahalline yerleştirilerek aynı isimleri
taşıyan iki köy daha kurulmuştur. Böylece Delikanlu aşiretinden, İslahiye
kasabasına yerleştirilenlerle beraber dört yüz yirmi hane yerleştirilmiştir.
Çelikanlu aşiretinden ise, yüz hane Örtülü pınar, yüz yirmi hane de Arpalı
Höyüğü mevkilerine yerleştirilerek, aynı isimleri taşıyan iki köy kurulmuştur
(Halaçoğlu, 2011: 9-10).
İslahiye’nin adı Osmanlı Devleti tarafından bu bölgeye gönderilen Derviş
komutasındaki Fırka-i İslahiye (Uslandırma Tümeni) adlı sefer birliği 1866 yılında
burada yeni bir yerleşim yeri kurarak, dağlardan indirilen aşiret mensuplarını
iskân etmiştir. Askeri birliğin anısına kente İslahiye ismi verilmiştir.
“İslahiye Yavuz Sultan Selim zamanında yapılan Mercidabık Savaşından itibaren
Osmanlı toprakları içerisinde yer almıştır… Osmanlı Devleti’nin merkezi
otoritesinin zayıflamasından sonra İslahiye ve civarı devlete başkaldıran
aşiretlerin çapulculuk alanı haline gelmiştir. Özellikle Mısırlı Mehmet Ali Paşa ve Osmanlı Devleti arasında meydana gelen Nizip Savaşı sırasında Mehmet Ali
Paşa’nın ordusuna katılan ve Suriye’de yaşayan Delikanlı aşireti reisi Mirşan Ağa,
savaşta gösterdiği başarılardan dolayı ve paşanın özel müşaviri durumunda
bulunduğundan savaş dönüşünde Mehmet Ali Paşa tarafından geri muhafaza
olarak Kürtdağı ve İslahiye arasında yerleştirilmiştir. Buraya yerleştirilen
Delikanlı ile Çelikânlı aşiretleri durmadan birbirleriyle çatışmış; ne kendilerine
ne çevrelerine hiçbir rahat ve huzur vermemişlerdir. Bunların bu çekişmeleri
hükümeti de usandırmış Sultan Abdülmecid zamanında Halep Valisi bulunan
Abdülhalim Paşa’ya emir vererek aşiretlerin iskânı istenmişse de bu emir yerine
getirilmediği gibi boş yere yüz binlerce asker İslahiye Ovası’nda canından
olmuştur. 19. yüzyıl başlarından itibaren sosyal çalkantılar had safhaya ulaşmıştı.
Bunun üzerine Osmanlı Devleti isyan halindeki Kozan ve Gavur Dağlarının
çevresini kontrol altına almak için bir ordu kurulmasına karar verdi. İsyanları
bastırmak ve bozulan düzeni yeniden sağlayarak ıslahat yapmak amacıyla kurulan
bu orduya “Fırka-yı Islahiyye” adı verildi. Bu yeni ordunun komutanlığına
Derviş Paşa, mülkü amirliğine ise Ahmet Cevdet Paşa atandı. Fırka-i
İslahiyye’nin ıslahatı yaparken silah kullanmaması öncelikle halka devletin
gösterilmesi ve devletin halka sevdirilmesi, asi aşiret reislerinin itaat altına
alınması, Fırkaya yardımı olanlara maaş bağlanması, ıslah edilen yerlerin devlet
yönetimine uygun şekilde teşkilatlandırılması, vergi yükü fazla olan ahalinin
yükünün azaltılması ve arazi tapusu olanlara tapularının verilmesi gibi hususlar
halkın Osmanlı Devleti lehinde hareket etmesine sebep olmuştur (URL-2)”
3. Cihanbeyli ve Rişvan Aşiretlerinin İç Anadolu’ya Göç Hareketleri
Cihanbeyli Aşireti, Orta Anadolu’ya gelip yerleşmiş konar-göçerlerdendir. Yaşam
sahaları güney-kuzey ekseninde Konya’nın kuzeyinde kalan Bolvadin-YunakCihanbeyli hattının kuzey kısımlarından başlayarak Polatlı’ya, batı doğu
ekseninde ise Afyon-Emirdağ’dan-Kulu İlçesi dışarda kalmak koşuluyla-Tuz
Gölü’ne kadar aşiret bu sahada kendisi dışında kendine bağlı olan sekiz aşiret veya
cemaatle birlikte kışlak-yaylak hayatı sürmekteydi. Cihanbeyli Aşireti ve
kolları/bağlantıları genelde Kürt, kısmen de Türkmenlerden müteşekkil olan bir
aşiret konfederasyonudur.
Mustafa Doğan, yayınlanmamış tez çalışmasında; 19. yüzyılın ilk yarısında Orta
Anadolu’yu gezen seyyah Ainsworth’un gözlemlerine dayanarak Kızılırmak ve
Tuz Gölü arasında Türkmenlerin, Haymana taraflarına gidildikçe ise
Türkmenlerle beraber Kürtlerin de görüldüğünü belirtmiştir. Buna göre
