KURUMSAL
SON DUYURULAR

KAMUOYUNA AÇIKLAMA: ÖZÜR BEKLİYORUZ.
22 Mayıs 2025
Arnavutluk'ta Sözde Bektaşi Devleti Emperyalist Bir Projedir.
09 Mayıs 2025
Vefatının 72. Yılında Şiirleri, Fıkraları, Eserleri ve Bilinmeyen Yönleriyle Neyzen Tevfik Kolaylı
29 Ocak 2025“Türk-Macar Dostluğunda Gül Baba’nın Yeri ve Önemi” Başlıklı Konferans Budapeşte'de Gerçekleştirildi
13 Kasım 2024
Alevi-Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığına Yapılan Eleştirilere Dair Basın Açıklaması
19 Mayıs 2024
BEKTAŞİ KİME DENİR?
Şakir KEÇELİ*
Özet
Bektaşilik, Anadolu ve Balkanların coğrafi ve toplumsal koşulları dikkate alınarak yapılan İslam dininin tasavvufi bir yorumudur. Kime Bektaşi dendiğini tespit edebilmek içinse Bektaşiliğin ilkelerini incelemek gerekir. Bu çalışmada Bektaşilik kavramı ve tanımı, tarihî temelleri doğrultusunda ele alınmıştır.
Anahtar Kelimeler: Bektaşi, Bektaşiliğin İlkeleri.
Giriş
“Bektaşi kime denir?” sorusuna yanıt vermeden önce Bektaşilik kavramı üzerinde durmak ve onun olmazsa olmaz niteliklerini açıklamak gerekir. Bektaşilik, Anadolu ve Balkanların coğrafi ve toplumsal koşulları dikkate alınarak yapılan İslam dininin tasavvufi bir yorumudur.
Türkiye’de yaşayan ve Balım Sultan Erkânnâmesi’ni uygulayan Bektaşiler bir araya gelerek Bektaşiliğin aşağıda yer alan tanımında uyuşmuşlardır:
Bektaşilik, Tanrı’nın Saltık (ahad)1, tek ve bir (samed) olduğuna; onun “doğurmadığına ve doğurulmadığına ”ve“ bir denginin bulunmadığına” inanmaktır. Adına tevhid denilen bu temel ilkeye kalbi ve dili ile inanmayan Bektaşi sayılmaz.
Bektaşiliğin ikinci ilkesi, kendisinden önceki dinlerin ve bu dinlere ait kutsal kitapların özü ve özeti olan ve Hazret-i Muhammed aracılığı ile insanlara duyurulan Kur’an-ı Kerim’e inanmaktır.2 İslam din biliminde bu inanışa risalet denilir. Bektaşiliğe göre Kur’an, İslam’a inanların, tabiatıyla Bektaşiliğin temel kaynağıdır.
Bektaşiliğin üçüncü ilkesi; her insanda Tanrı cevheri (Tanrısal nur) olduğuna3 ve Tanrı’nın insanı ahseni takvim (en iyi özelliklerle) yarattığına inanmaktır. Ona göre insanın gönlünde, koskoca evren düzülmüştür. Yani insan minyatür bir evrendir (cism-i sagiyrdir). İnsanın dışarıya hiçbir gereksinimi yoktur. Çünkü evrende gizli veya açık olan her şey (insanın gönlüne yazılmış) yazılarla meydana çıkar.4 Bu nedenle insanın, eşyanın hakikatini görebilmesi,5 gücünün, bilgisinin sonsuza kadar gelişmesi için, gönül kitabını okuması ve nefsini bilmesi gerekir.6
Yüce Tanrı, yarattığı her şeyi yaratırken bütün karşıtları da (onunla birlikte) yaratmıştır.7 Yani yarattıklarının bünyesine çelişkiler yerleştirmiştir. Bir yaratık olan insan da çelişkiler üzerine inşa edilmiştir. Bu nedenle onda, Tanrısal nur (ruh) olduğu gibi, onu Tanrı’dan uzaklaştıran ve şeytanlaştıran, Kur’an dili ile aşağıdan aşağı eden8 duygular (nefis) da vardır. İnsan, kendisini hayvanlaştıran, kokuşmuş balçık9 hâline getiren nefsini yok ettikçe Tanrı’ya doğru yükselir (mirac). Sonunda Tanrı ile arasındaki uzaklık bir karış (kabe kavseyn)10 ve hatta daha az kalır. Başka bir anlatımla yaratılanla Yaratan arasındaki tüm perdeler birer birer ortadan kalkar.11
Bektaşilik, insanı Tanrı’dan uzaklaştırıp hayvanlığa, kokuşmuş balçık olmaya doğru götüren, yani iblisleştiren duyguları, onu yaşamdan koparmadan12 yok eden okulun adıdır.13
Bektaşiliğin dördüncü ilkesi şudur: İslam’ın Peygamberi Hz. Muhammed (S. A. V.) Bektaşilerin mürşidi, aydınlatıcısı, öğretmenidir. Muhammed, hakikat kentidir. Her kente olduğu gibi Hakikat Kenti’ne de bir kapıdan girilir. O kapı ise, Ebû Tâlib oğlu Alî ( R.A.)’ dir. Bu nedenle Hz. Ali, Bektaşilerin rehberi, yol göstericisidir.
Bektaşilerin beşinci ve son ilkesi şudur: Hz. Âdem’e can veren Tanrı’nın nuru ondan oğulları Habil ve Kabil’e geçti. Kabil, Tanrı’nın şiddetle yasakladığı eylemi işleyince yani Habil’i öldürünce o ilahi nur, Habil’in çocuklarına geçti. Bu nur, Peygamber’den Peygamber’e geçerek Hz. Muhammed ve Ali’nin dedesi Abdülmuttalib’te birleşti. Abdül Muttalib’ten sonra ikiye ayrılarak Hz. Muhammed’in babası Abdullah ile Ali’nin babası Ebû Tâlib’e geçti. İkiye bölünen ruh, Hz. Hasan ve Hüseyin’de tekrar birleşti.
Bu Tanrısal nur, yaşamı boyunca hiçbir kiri ve günahı olmayan ve Tanrı’nın buyruklarını yerine getirmek için dünya nimetlerini teperek genç yaşında şehitlik şerbetini içen (bir anlamda Hz. İsa geleneğini sürdüren) Hz. Hüseyin’den oğlu Zeynelâbidin’e, ondan da çocuklarına geçti.
On ikinci İmam Muhammed Mehdî gayba karışınca bu nur, nefsini bildiği için Rabbı’nı da bilen mürşitler ile devam etmektedir. Kusurlarından ve insanı hayvanlaştıran ya da kokuşmuş balçık yapan özelliklerden arınan mürşitler14 insanlığa kurtuluş yolunu gösteren öncülerdir.
Her Bektaşi, aydınlatıcı olabilir. Mürşit olmanın ölçüsü; ahlak, bilgi ve yol erlerinin onayı, yani seçimdir. Bektaşilik; akılla İslam dininin çelişmediğine, akla aykırı olan bir şeyin din olamayacağına, dine aykırı aklın da akıl olmayacağına inanır.15
Bektaşilerin ibadet yerleri meydan evleridir. Meydan evleri hiçbir zaman camilerin rakibi veya alternatifi değildir. Bektaşilik adlı okula kaydolanların camide ibadet etmemeleri gerekir diye bir kural yoktur. Ama Bektaşi meydan evinde yapılan ibadet ve muhabbetlere de katılmak zorundadır. Baş Okuma veya Hizmet Görme ibadetlerine üç kez katılmayan Bektaşi, Yol’dan çıkartılır.
Bektaşiliğin önemli simalarından biri olan merhum Doç. Dr. Salih Bedreddin Noyan Dedebaba’ya göre, “Her iyi insan Bektaşi’dir.” Tırnak içinde sunulan bu tümceden şu sonuca ulaşmamak gerekir: Bektaşilerin tamamı iyi insandır ve Bektaşi olmayanlarda bu özellik yoktur. Böyle bir düşünce Bektaşilikle tam anlamı ile çelişir. Bu sözlerle anlatılmak istenen şudur: Bir insan iyi ise, yani elindendilinden-belinden, bırakınız canlıyı, cansıza bile, haksız yere zarar gelmiyorsa, o bir merasimden geçmese, kendini Bektaşi saymasa bile Bektaşi’dir.
Bu nedenle Bektaşiliğe alınma konusunda, insanlar arasında, din, dil, ırk (soy) ve cinsiyet ayrımı yapılamaz. Bektaşiliğin genel kuralı budur. Çünkü Bektaşilik Yolu’na giren can, Meydan Evi’nde ikinci doğumunu yapar. Bu ikinci doğumda babası, Hz. Peygamber’i simgeleyen mürşidi, annesi ise Hz. Ali’yi simgeleyen rehberi (Yol göstericisi) dir.
Yola giren can, ölmeden önce ölmüş ve meydan odasında yeniden dirilmiştir. Bu nedenle Şeriat Kapısı’ndaki babanın ve annenin, Bektaşi olup olmama konusunda etkinliği olamaz.
Bektaşilik, başarılması çok güç ve çok kutsal olan, nefse karşı cihad16 okulu olduğu için Bektaşi olmak isteyenlerde bazı özellikler aranır. Örneğin avcılığı hobi veya meslek hâline getirenler, ahlaka aykırı eylemleri işlemeyi alışkanlık hâline getirenler, işsiz-güçsüz yaşamaktan rahatsız olmayanlar Yol’a alınamazlar.
Bektaşilikte birey esas alındığı için nikâhlı eşler ayrı ayrı nasib alırlar. Bu durumda, nasib almayan eşin, eşinin Bektaşi olmasına izin vermesi gerekir. Bu izin alınmadan nasib vermek, yani Bektaşiliğe girmek olanaksızdır. Bektaşiliğe girmek için, ayn-ül-cemde ikrar vermek gerekir. Ayn-ül-cem töreni bir tür ant içme törenidir. Bu törende ikrar veren (yaygın dille nasib alan), eline-diline-beline sahip olacağına dair Tanrı, aydınlatıcı, rehber ve cem erenleri huzurunda söz vererek Bektaşi olur.17
Yukarıda sunulduğu üzere Bektaşiliğin amacı, Tanrı ile insan arasındaki perdeleri birer birer yok ederek insanı Salt Güzel’e layık hâle getirmektir. Kur’an-ı Kerim’in anlatımı ile, insanla Yüce Allah arasındaki uzaklığı, iki yay boyu veya daha da yakın18 hâle getirmektir.
İnsanla Tanrı arasındaki en büyük perde cehalettir. Çünkü “Bilimle gidilmeyen yolun sonu karanlıktır.” Bu nedenle, aranıp bulunan şeyi, yani Bektaşiliği iyi öğrenmek şarttır. Bilmek tek başına yeterli değildir, öğrenilene uygun yaşamak da gerekir.
Hazret-i Pîr’in dili ile “olmak” kesinlikle şarttır. Olmak için yapılması gerekenleri sunmak için yüzlerce sayfayı aşan kitap yazmak gerekir.19 Burada, “olmanın” koşulları, yani bir Bektaşi’de olması gereken özelliklerin önemlileri, sadece başlıklar hâlinde sunulacaktır:
Tanrı’ya ve Tanrı’nın yarattığı her şeye aşkla sevgi ile yaklaşmak, benliği ve bencilliği yok etmek, verdiği sözlere en ağır koşullarda bile bağlı kalmak, zulüm etmemek ve zulme ortak olmamak, ölümden korkmamak, kibir ve gururu sıfırlamak, her şeyi sevmek ve iyi görmek, riya(iki yüzlülük)dan uzak yaşamak, ibadeti cennete gitmek veya cehennemden kurtulmak amacıyla yapmamak, sabrı ahlak hâline getirmek, başa gelen güzelliklere sevinmemek, kötülüklere de üzülmemek, dünyanın güzelliklerinin insan için birer sınav olduğunu bilmek ve bu güzelliklerin tutsağı olmamak, herkese yumuşaklıkla (hilm üzere) yaklaşmak, müziğin insan ruhunu terbiye eden önemli bir araç olduğunu bilip uygulamak, Tanrı’nın dışında kalan her şeyden uzak yaşamak, elde olan malları ayrım yapmadan herkesle paylaşmak, kıskançlığın bir iblis ahlakı olduğunu unutmamak, insanları diline, dinine, ırkına ve cinsine bakmadan sevmek, arzuların kölesi olmamak, gördüğünü örtmek, görmediğini söylememek, dedikodunun şeytan işi olduğunu sürekli anımsamak, aklın ve bilimin en büyük yol gösterici olduğunu asla unutmamak, vatan sevgisinin imanın olmazı olduğunu bilmek...
Bektaşi’nin olmazsa olmazlarının bir bölümü bunlardır. Aslında bunlar hem iyi insan ve hem de iyi vatandaş olmanın da olmazsa olmazıdır. Bu nedenle bizler, “Her iyi insan Bektaşi’dir.” diyoruz.
Sonnotlar
1 Salt Varlık: Bu sözler, 112. İhlâs Suresinde “Ahad” olarak geçer. Bedri Noyan Dedebaba “ Ahad” sözcüğünü, “salt varlık” diye Türkçeye çevirmiştir. Varlık sözcüğü maddeyi anımsatmaktadır. Bu nedenle Fakîr, burada Saltık sözcüğünü kullandım. Bir muhabbetimizde de Merhûm Dedebaba, Tanrı’nın “varlık” olarak nitelenemeyeceğini buyurmuştu. Saltık: 1- Hiçbir koşula, hiçbir sınırlamaya, denetime bağlı olmayan 2- Kendi başına var olan, hiçbir şeye bağlı olmayan, bağımsız 3- Göreli olmayan ve kendi başına tam sayılan… Şeriat bilginleri bu sözleri, “ O Allah tekdir” veya “O Allah tek bir ahad’dır ( Bakınız: Hamdi Yazır, C.9, s.262] ” diye yorumlarlar. 2. Bakara Suresinde ve birçok âyette geçen “ illâ hayyum kayyum [ daim yaşayan, daim durup tutan O’dur]” sözlerinden hareket eden eden Bektaşilik, evrende var olan her nesnenin Tanrı’nın sıfatlarının meydana vurması olduğunu, başka bir anlatımla, O’nun aynadaki görüntüsünden başka bir şey olmadığını ileri sürerler.
2 Tırnak içinde geçen sözler Hazret-i Alî [R. A]’ ye aittir. Ayrıca 2. Bakara Suresi 4. âyeti, şu sözlerle önceki kitaplara inanmayı İslâma inananlara buyurmuştur: “ Velleziynebimâ ünzile ileyke ve mâ ünzile min kablik [ Onlar önce ve şimdi inene [Kur’an’a] inanırlar]”.
3 38. Sad Suresi 72. âyette geçen şu sözler insanın Tanrı Cevheri taşıdığını gösterir: “Ona kendi ruhumdan üfürdüğüm gibi, siz/ Yere kapanıp, ona secde ediniz hepiniz”.
4 Tırnak içindeki sözler Hazret-i Alî’ye aittir. Bu sözlerin tamamı ve orijinali için bakınız: Ahmet Avni Konuk, Fususu’l- Hikem Tercüme ve Şerhi, Hazırlayanlar: Dr. Mustafa Tarhalı- Dr. Selçuk Eraydın, İFAV [ Marmara İlâhiyat Fakültesi] Yayınları, İstanbul 1999, C.1, s.114. Ayrıca, Hazret-i Alî Divanı, Hazırlayan Müstakim-zâde Süleyman Efendi, Der Yayınları, İstanbul, s.271.
5 Tırnak içindeki bu sözler Hz. Peygamber’e ait bir hadistir.
6 Tırnak içindeki sözler Hazret-i Peygamber’e aittir. Bu sözün orijinali şudur: “ men arefe nefsehû fekat arefe Rabbehû [nefsini bilen Rabbını da bilir]”.
7 Tırnak içindeki bu söz, Kur’ân-ı Kerîm 43. Zuhruf Suresi 12. âyetinde geçer. Bu âyetin sözlerinin tamamı şöyledir: “ Ve O [Allah] bütün karşıtları da yaratandır”.
8 Kur’an sözleridir.
9 Kur’ân sözleridir.
10 Kur’ân sözleridir.
11 Mehmed Uftâde bu visâli [kavuşmayı], şu sözlerle anlatır: “Sen çıkınca aradan/ Kalır seni Yaradan…”
12 Bektaşiliğin yüce Pir’i Hacı Bektâş Velî şunu buyurur: “ Gündüz şevk ile dünya işine/ Gece aşk ile ahiret işine”.
13 Fakîrlerine ve Babagân Bektaşilerinin bir bölümüne göre Bektaşilik bir tarîkat değildir. Çünkü onda tarîkatların olmazsa olmazı olan şu özellikler yoktur: a. Zikir ve vird. b. Seyrü Sülûk ve nefis tarbiyesi. c. Çile.ç. Seyahat. d. Râbıta ve tevessül.